Kimseye Etmem Şikayet...

Seyrine takılmak üzre beklediğim yelkenler, fora! Belki ucundan yöresinden size de değer anlatılanın tınısı...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

HES’LERE KARŞI ÇIKANLAR KALKINMA DÜŞMANI(!)

-Birgün'de yayınlanmıştır-

CEYHAN ÇILĞIN (*)

On yaşına kadar hep çok sevdim büyük su birikintilerini. Yaşadığımız coğrafyada hırçın akan Munzur Nehri’ne ufacık ellerimizle taş atmayı da severdik çoğumuz. Ama Keban Baraj’ı başkaydı. Tunceli’den Elazığ’a minibüsle yaptığımız yolculuklarda en merakla beklediğimiz an, Keban Baraj Gölü’nün gözümüz görebildiğince bir deniz misali arz-ı endam ettiği andı. Hepimiz adeta cama yapışır, büyük bir şaşkınlıkla temaşa eylerdik Keban Baraj’ını, onlarca kez görmüş olsak bile… Büyüyünce fark ediyorsun çocukluğunun bazı köşebaşı heyecanlarının, şaşkınlıklarının artık haletiruhiyende korkulara dönüştüğünü… Çok sevdiğin nice olgunun birçok canlı için nasıl zararlı hale geldiğini hayretle anlıyorsun.

İNSAN MERKEZLİ EKOLOJİK YAKLAŞIM

Şimdilerde çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından ödüllere boğulmak marifetiyle, yaptıkları ve söylemleri olumlanan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun, “Hidroelektrik Santrallara (HES) karşı çıkmak büyük kasıttır” özetli söylemlerini çocukluğumun şaşkınlığına bürünüp birçok kere okudum geçtiğimiz günlerde. Ana fikri başından belli bu cümlelerle yılın mahut zamanlarında karşılaşmak adettendir artık. Muktedir, kendini masumlaştırıp öne çıkartırken illa ki bir düşman yaratmaktadır. Başbakan kendini “çevrecinin daniskası” ilan ederken çevrecilerin tek işinin sadece nümayiş yapmak olduğunu, aslında çevrecilerin bu eylemleri yaparak hükümetin ‘iyi niyetli’ girişimlerini engellemeye çalıştıklarını anlatıyor, sonra “çevrecinin daniskası” olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı iken yaptığı ‘çevreci’ girişimlerden bahsediyor. 180 km öteden İstanbul’a su getirirken aslında çevreye -başta ormanlık alanlar olmak üzere- verdiği zararı bir şekilde kabul ederken, her şeyi insanlar için yaptığını açıklıyordu. Böylelikle insanın temel faydasını esas alan antroposentrik (İnsan merkezli) ekolojik yaklaşımın daniskasını da yapıyordu. 2008 Ağustos’unda bu açıklamaları yapan Başbakan Erdoğan’dan 2 yıl sonra Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu bu antroposentrik ekolojik yaklaşımı bir adım daha öteye taşıdı ve yine kendisi özelinde devletin suya dair politikalarını “masum” ilan ederken, başbakanın diline kıyasla daha tehlikeli bir dil kurdu:
“Rusya bile kendi doğalgazı olmasına rağmen doğalgazdan elektrik üretmiyor. Bizim de bu konuda akıllı olmamız gerekir. Bazı gruplar, bazı lobiler hidroelektrik enerjisi çok ucuz olduğu ve kendi menfaatlerine zarar verdiği için bazı gönüllü kuruluş ve kişileri yönlendirip buna karşı bir propaganda yapıyorlar. Bu son derece yanlıştır. HES suyu kullanmıyor sadece düşümünden faydalanıyor sonra suyu tekrar nehre veriyor.” (14 Nisan 2010)
Bu açıklamayı okuyunca siz de Çevre ve Orman Bakanı’nın Hidroelektrik Santrallara karşı çıkanların lobicilik sonucu yönlendirildiği iddiasını ilk bakışta fark etmişsinizdir. Hemen arkasından Eroğlu’nun bu açıklamalarında çevresel faktörlerden hiç söz etmediğini de görmüşsünüzdür. Kimin hangi temel faktörden sorumlu devlet bakanı olduğunu anlamakta güçlük çektiğimiz şu günlerde bu açıklamayı işleri gereği maliye yahut enerji bakanı yapsa bir nebze daha az şaşırtıcı olurdu. Ama Çevre ve Orman Bakanı bu açıklamaları yaparken sadece iktisadi açıklamalar yapmakla yetinmemiş ve kimi kuruluşları da “kalkınma düşmanı” imasıyla zan altında bırakmaktan imtina etmemiş. Eroğlu, Hidroelektrik Santralları’nı yere göğe sığdıramadığı açıklamasında 8 milyar dolarlık ithal edilen enerjinin son bulacağını da vurguluyor. Bu vurgusu, HES’lere karşı çıkanları yönlendiren lobiler iddiasıyla kimleri vurguladığını da zımnen açıklıyor.

HES’LERİN ÇEVRECİLİĞİ

Eroğlu’nun HES’lere karşı çıkanları bu türlü nitelemelerle saf dışı bırakmaya çalıştığı açıklamalarını bir kenara koyup HES kavramına geri dönelim. 2009 yılı verilerine göre Türkiye’de genel toplamda 1.935 Hidroelektrik Santraldan bahsediyoruz. İşletme halinde olan 158, inşa halinde olan 24, katı projesi hazır olan 15, planlama raporu hazır olan 175, Master Planı hazır olan 95, ilk etüdü yapılmış 259 ve tüzel kişiler tarafından geliştirilen 1.209 adettir. 2007 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan Çevre ve Orman Bakanlığı’na geçiş yapan Devlet Su İşleri “kullanılmayan her damla su ülkemizin kaybolan parasıdır” şiarıyla her damla suyu kullanmaya niyetli. Zaten Çevre ve Orman Bakanı’nın Maliye Bakanı gibi konuşmasının arka planında DSİ’nin kendi bakanlığına bağlı bir kurum olmasının etkisi yoğundur. Ancak bizim Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu’ndan beklentimiz ara sıra yine kendisine bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nü de konuşmalarına katması. Zira HES’lerin ekonomik katkılarından bahsederken doğa koruma alanlarında ve milli parklarda yaratacağı çevresel etkilerden de bahsetmek gerekir. Bakanın “çevreci” ilan ettiği HES’lerin zararlarından sadece birkaçı şöyle:

» Doğal akışı durdurulan ve önüne çekilen set ile birlikte biriken suyun yapısı ve özelliği değişebilir. Bu değişime ek olarak canlıların yaşam alanları tehlikeye girebilir ve nadir türler yok olabilir. Nitekim rezervuarlarda biriken sular sıcaklık ve neme bağlı olarak bölgenin iklimini değiştirebilir. Bu iklim değişikliği ve suyun uğrayacağı değişim sonucu birçok endemik tür ve takson yok olabilir.

» HES’ler nedeniyle akarsular deltalarına tortu taşıyamamakta ve dolayısıyla tortu ile birlikte taşınan besinler deltalarda yaşayan canlılara ulaşamamaktadır.

» Suyu yüksek kotlarda tuttuğundan dolayı aşağıya doğru akış gerçekleşmemekte ve bu nedenle kapalı havzalarda yeraltı suları ve doğal göller kurumaktadır. 100’den fazla ülkede çalışmalar yürüten bir doğa koruma kuruluşu WWF’nin 2008 yılında yayımladığı Sulak Alan Raporu’nda Türkiye’de son 40 yılda toplam 2.500.000 hektarlık sulak alanın yaklaşık 1.300.000 hektarının, yani yarısından fazlasının ekolojik ve ekonomik özelliklerini yitirdiği açıklanıyor.

» HES’lerin rezervuarında biriken sular kimi zaman orman alanlarını ve bu alanlarda yaşayan canlıları yok etmektedir. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın GIS veritabanlı haritalarını incelediğimizde, koruma alanları kısmında görülen milli parklarda ve doğal koruma alanlarında sürmekte olan HES projelerini görmek mümkün. Bu alanlarda yaşayan canlıların ve özellikle endemik türlerin zarar görebileceği her türlü projeye karşı çıkması gereken bakanlık, bünyesine yeni katılan DSİ’nin HES projelerini bu canlılardan ve orman alanlarından neredeyse hiç bahsetmeden yürütüyor.

» Rezervuar alanlarının altında kalan tarım arazileri dönüşşüz bir yok oluşa maruz kalıyor. Suların altında kalacak olan köylerdeki köylüler ise özgün yaşam kültürlerinden vazgeçirilip ya büyük şehirlere zorunlu göç ediyor yahut yine aynı kentin başka yörelerine taşınmak durumunda kalıyorlar. Böylelikle barajlar ve HES’ler sosyo-ekonomik sorunlara sebep oluyor.

» Arıtma tesislerinin olmadığı bölgelerde akarsuya dahil olan kanalizasyon ve atık sular rezervuar alanlarında birikip yöre halkı ve diğer canlılar için hastalık riskleri oluşturuyor.

HAYAT DAMARLARINI KURUTAN PROJELER

HES’lerin direkt olarak verdiği zararlardan bir kısmı böyle ama en vurucusunu noktasal bir örnekle anlatabilmek için sona sakladım. Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yapılması planlanan 8 HES’ten Konaktepe 1 ve Konaktepe 2 adlı HES’ler arasında kalan 15 kilometrelik bir alanda Munzur Nehri tünellerle taşınacak ve böylelikle adeta bir çevre katliamı yaratılacak. 15 kilometre boyunca hiç su akışı olmayacağından nehir yatağı kuruyacak. Çevreyle ilişkisini para üzerinden kuranlar bilmez, ama biz biliriz ki eğer bu projeler gerçekleşirse kayalıkların başından nehrin kıyısına kadar su içmek için inen dağ keçileri su içmek için başka bir yer aramaya zorlanacak, su ekosistemindeki denge hali bazı türlerin yok olmasıyla birlikte dönüşsüz bir cansızlaşma haline evrilecek. Özeti şudur: 15 km boyunca alanı özellikli hale getiren unsurların büyük kısmı yok olacak! Ettikleri hayır(!) incittikleri kurbağaya bile değmiyor...
Özel şirketler ve bakanlığın söz söylediği, laf ürettiği, yetinmeyip icraatlarını bina ettiği coğrafyaların insanları olarak doğamıza, sağlığımıza ve kültürümüze olumsuz müdahalelerde bulunacağına inandığımız her türlü projeye karşı çıkmaya, üstümüze yapıştırılmak istenen her türlü yaftaya rağmen karşı çıkacağız.

(*) MSGSÜ, Şehir ve Bölge Planlama, Öğrenci
ceyo.0062@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder