Kimseye Etmem Şikayet...

Seyrine takılmak üzre beklediğim yelkenler, fora! Belki ucundan yöresinden size de değer anlatılanın tınısı...

14 Mart 2010 Pazar

HERKES BARAJ İSTİYOR BİR TEK SİZ İSTEMİYORSUNUZ

-Radikal'de yayımlanmıştır-

Bir arkadaşım 7. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde bu cümleyi kurduğunda aklıma ister istemez baraj ve köprü simgelerini konu olarak ele almış Yeşilçam filmleri geldi. O filmlerde de köprü yahut baraj isteyenler ve istemeyenler arasındaki mücadelenin anlatımı söz konusuydu. Tıpkı az sonra okuyacaklarınız gibi ve fakat büyük oranda farklılaşarak.


Farklılaşma sermayedarın devletin egemen ekonomik politikalarıyla elini daha da güçlendirmesi ile ortaya çıkıyor. Devlet bir şekilde kendini küçültürken kendinden arda kalan boşluğa Sermaydarı daha da güçlendirerek yerleştiriyor. Satılan onca şirketin, madenin, işletmenin ardından artık Akarsular da satılıyor. Akarsular önlerine set çekilerek baraj haline getiriliyor ve sermayedar akarsulardan enerji elde etme sürecinde işin kaymağını yerken, 50 yıl sonra ömrünü tamamlamış barajları bir bataklık olarak Devlet’in işletimine bırakıyor. Bugün bu tutumun en net yansıması Munzur Vadisi Barajlar Projesi olarak karşımıza çıkıyor. Mevzu çetrefillendikçe, projenin hesaplanmayan zarar verici boyutu daha çok ortaya çıkıyor. Buna rağmen Munzur Vadisi Barajlar Projesi ile ilgili yapılan bütün çağrılar ya görmezden geliniyor ya da hiç duyulmuyor. Devletin resmi organları olanca hızıyla bu projenin AİHM’e intikal etmiş davasını ülke içtihatlarına döndürmek için ellerinden geleni yapıp, ışık hızında raporlar hazırladılar ama bu durum 1-2 medya organı dışında önemsenmedi. Bir nehir üstüne 8 adet Baraj ve Hidroelektrik Santrali(HES) yapılması için projeler hazırlanıyor, Türk-ABD şirketleri arasında konsorsiyumlar-protokoller filan oluşturuluyor, hatta bu 8 adet baraj ve HES projesinden 2 tanesi yapılıyor ama ısrarla ve inatla bu durum haber değeri taşımıyor bazıları için. Kör gözüne çomak sokmak gibi olmasın ama haber değeri taşıyan öğeleri sayayım size;

1. Munzur Vadisi Milli Parkı Türkiye’nin ilk milli parklarından biridir ve bu yönüyle Milli Parklar Kanunu’na tabii bir vadidir. Dolayısıyla bu kanunun ‘koruma’ altına aldığı bu alanda “enerji amaçlı barajlar”ın varlığı milli parkı farklı kılan motiflerin yok edilmesi demek.


2. Bu milli park Türkiye ölçeğinde Önemli Bitki Alanları(ÖBA)’ndan birisidir. 2009 yılında hazırlanan ve AB Hibe Programı kapsamında yapılan Munzur Vadisi Biyolojik Çeşitliliğinin Korunması adlı bir araştırmanın sonunda hazırlanan rapor geçtiğimiz hafta gündemimizdeki yerini aldı.(Radikal, 01.02.2010) Araştırmayı hazırlayan Prof. Dr. Mehmet Koyuncu ve Prof. Dr. Neşet Arslan raporun sonuç kısmında şunu söylüyorlar: “Munzur Vadisi biyolojik açıdan dünya çapında önemli bir merkezdir. Diğer bir deyişle Munzur Vadisi bir dünya mirasıdır.Yüzyıllarca zamanda oluşmuş bulunan bu biyolojik zenginlik alanı önemle korunmalıdır. Bölgede planlanacak olan herhangi bir aktivitenin bölgeyi nasıl etkileyeceği hesaplanmadan ve bilimsel verilere dayanan görüşler alınmadan yapılmaması gerekir.


3. 2006 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme(ÇED) Raporu’nda Barajların Milli Park’ın kendisini oluşturan ayrıcalıklı özelliklerini bozacağı açıklanmıştı. Devletin bir kurumu olan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu raporuyla devletin kendisi de pek ilgilenmemişti.


4. TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası Marmara Bölgesi Temsilcisi Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu tarafından hazırlanan raporda yapılması planlanan barajların bölgenin klimatolojik yapısını ciddi oranda değiştireceğinden bahsediliyor.


5. Çevresel/fiziksel yapının tahribatı dolayımsız bir şekilde toplumsal alanın tahribatını da beraberinde getirmekte. Bu barajı yapan iktidarın bunu hesaba katmadığını söylemek saflık olur. “Enerji amaçlı barajlar” bu coğrafyada “insansızlaştırma amaçlı barajlar” olarak tasvir edilmekte. Peki bu kanıya nerden vardılar? Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde hazırlanan iki rapordan haberdar olma ihtimalleri yüksek. 1896 yılında Osmanlı Umum Müfettişleri tarafından hazırlanan rapor ile 1930 yılında Mareşal Fevzi Çakmak tarafından hazırlanan raporlar Dersim’de “blok havuzlar” oluşturarak bu havuzlar sayesinde aşiretleri yerleştikleri bölgelerden sürmeyi hedefliyordu. Bu blok havuzların modernleştirilmiş hali olan “Enerji amaçlı barajlar” bugün bu yörenin insanlarının çoğunluğunda tedirginlik yaratıyorsa devletin bu politikaları başat rol oynamaktadır. Bir de tabi unutulması imkansız, 1938 yılında Dersim’de gerçekleştirilmiş olan katliam…

BARAJ İSTEMİYORUZ, ÇÜNKÜ…

Barajlar Dersim’in doğasına yönelik en büyük tehditlerdir. Bu tehditler bunca zararlarına rağmen inşa edilirse Munzur Vadisi ekolojik yönden büyük bir felakete uğrayacaktır. Dersim’in can damarlarından Munzur Vadisi ve çevresinin uğrayacağı bu felaket sonucunda ortaya çıkacak olan ekolojik sorunların dışında bir de ekonomik sorunlar baş gösterecektir. Gelin bu ekolojik ve ekonomik sorunlara birlikte göz atalım:

Ekolojik Nedenler

Bu barajlarla birlikte Munzur Vadisi Milli Parkı’nı özellikli bir alan haline getiren birçok önemli ekolojik unsur yok edilecek. Örneğin, barajlar dolayısıyla iklimde yaşanacak olan değişim nedeniyle dağ sarımsağının dünya üzerinde sadece Munzur Vadisi’nde yetişen bir türü yok olacak. Ayrıca 1500 çeşit endemik tür ve takson yine değişen iklime bağlı olarak yok olacak. Doğası gereği akarsularda yaşayan Alabalıkların Dünyaca meşhur ve yalnızca Munzur Nehri’ne özgü olan türü de barajlar dolayısıyla tümüyle yok olacak. Ayrıca bu barajların etrafındaki ormanların binlerce dönümü ya sular altında kalacak ya da barajların inşaatları için yok edilecek. Bu binlerce dönüm dışında kalan diğer ormanlar ise Barajların yaratma ihtimali sözkonusu olan “çölleşme”den nasibini alacak. Baraj göllerinin neden olacağı bu çölleşme sonucu ormanlık alanların yok olmasına ek olarak su kaynaklarının büyük kısmı kuruyacaktır. Kuruyacak alanlardan bir tanesi de elbette Munzur Nehri’nin kaynağı Munzur Gözeleri’dir. Böylelikle Munzur Vadisi’nin ormanlık ve sulak alan vasfını da yitirecek. 1. Derece Deprem Kuşağı’nda yer alan Munzur Vadisi’nde baraj yapmanın ne kadar riskli bir durum olduğu ise su götürmez bir gerçektir.

Ekonomik Nedenler

İlçeleriyle artık bağlarını daha kuvvetli biçimde kurmak isteyen Dersim’in bu barajlar yüzünden adeta bir ada haline geleceğini ve hem ilçeleri hem de etrafındaki illerle bağlantısının kopacağını biliyoruz. Bu bağların kopmasını takiben ilçelerinde var olan tarım potansiyelini üretim-tüketim süreçleri arasındaki döngüde kullanamayacağı gün gibi ortada. Var olan 1. sınıf tarım arazilerinden faydalanılamayacak çünkü ürünler, bu ürünler için pazar niteliği taşıyan Dersim’e daha zor ulaştırılacak ve dolayısıyla ürünün maliyeti artacak. Maliyeti artan ürünün pazar fiyatı da buna bağlı olarak yükselecek.

1994 yılında boşaltılan yüzlerce köyden sonra nüfusu büyük oranda azalmış olan Dersim’de bu barajlardan ötürü 84 tane köy ile birlikte en az 5000 kişilik bir nüfus yerinden edilecek. Bu köylerdekilerin geçim kaynağı olan tarımsal araziler ya sular altında kalacak ya da bu arazileri işleyecek köylü orada olmayacak.

İklim değişikliği arıcılık ve turizmi olumsuz etkileyecektir zira biyolojik bakımdan son derece zengin olan Munzur Vadisi bu zenginliğini yitirecektir. Oysa vadinin turizm etkinliklerine oldukça elverişli olması ve bitkisel zenginliği nedeniyle, barajlardan elde edilecek gelirden daha fazla geliri üstelik hiçbir zarara uğramadan sağlayacaktır.



Ceyhan Çılğın: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge planlama Lisans 4

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=981064&CategoryID=83

DERSİM, ONUR ÖYMEN VE MUNZUR VADİSİ

-Birgün'de yayımlanmıştır.-

Munzur Vadisi’ne 8 baraj ve hidroelektrik santralı projesi adım adım sürdürülüyor. TMMOB’un raporuna göre, bu barajlar yapılırsa Dersim’de iklim önemli ölçüde değişecek. Politik iklimin değişmezliğine karşılık
fiziksel iklimin yerle yeksanı… Göçüp göçmemekse artık zorunlu bir tercih halini alıyor.

CEYHAN ÇILĞIN (*)

Çayan Demirel’in ‘38’ adını taşıyan belgesel filminde ‘
halk halka ağlasın’ diyor Dünya Ana, sessizlik duvarlarını birer birer yıkarak. Notasız kalmış sesiyle insafsızlığa, zalimliğe karşı haykırıyor… Hâlâ yaşıyorsa Dünya Ana ve olan biteni duyuyorsa içine bir parça da olsa su serpilmiştir muhtemel, zira ‘halk halka ağlamasını’ öğreniyor.

Türkiye bugünlerde çatırtılara, sarsıntılara, duvara çarpmalara rağmen tarihinin yok saydığı, hiçleştirdiği yüzüyle bir hesaplaşma içine giriyor. Ne büyük ironidir ki bunda
Onur Öymen’in Meclis kürsüsünden sarf ettiği o talihsiz cümleler büyük rol oynuyor. Sayesinde kendisinin, ardıllarının ve öncüllerinin ‘Dersim İsyanı’ olarak nitelendirdiği ve aslında bu coğrafyada daha çok Dersim Katliamı olarak bilinen, Cumhuriyet tarihinin eşi benzeri görülmemiş bir toplu öldürme ve sürgün olayları silsilesi tartışılmaya başlanıyor. Ezber bozuluyor ve bilinmeyenler bilinir hale geliyor. O bilinmezlerden biri de dönemin Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in ses kaydı idi. Çağlayangil ‘1937-1938 Dersim Harekâtı’ sırasında yapılanları anlatıyordu. Duyduklarımız tüylerimizi ürpertiyor:

“Neticeyi söylüyorum... Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden… Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.”

‘ÖLÜ CANLAR’IN GERİDE BIRAKTIKLARI

Devletin çeşitli kademelerinde görev almış ve son olarak Dışişleri Bakanlığı yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil ‘Dersim böyle bitti’ dese de Dersim meselesi böyle bitmemişti. Öyle ya, ölülerin ya da ‘Ölü Canlar’ın geride bıraktıkları da vardı. ‘Onları da yok edelim’ bahsi geçti mi aralarında bilinmez ama o zaman için bu kadarını göze alamazlardı. Zira ‘anlı, şanlı Genç Cumhuriyet’ ‘kanlı, zanlı’ anılmak yerine başka yollar bulmalıydı. Kanlara, canlara geçmişleri unutturulmalıydı. Hem de bir daha hiç hatırlamamacasına... O halde geride kalanları Mareşal Fevzi Çakmak’ın da reva gördüğü üzere ‘Türkleştirmek’ gerekiyordu. Bunun için bir çözüm ortaya sürüldü: Zorunlu göç…

Sonrasını
Cemal Süreya anlatsın, çocukluğunun gayya kuyusunu bambaşka bir şekilde anımsatarak hepimize;

“Bir yük vagonunda açtım gözlerimi. Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu…”

Ve artık ‘Türkleşmek’ vaktiydi… Bu politikanın mekâna tercümesi şu idi: ‘
insansızlaştırılmış bölge oluşturmak’. Dersimliler için ise hayatın, geçmişin insansızlaşması... Yıllarca geri dönemediler topraklarına ve fakat yasaklar kalkınca başlayan geri dönüşler ile anlaşıldı ki bu işi tek başına sürgün politikalarıyla halletmek mümkün değildi. Üstelik geçmişin kanla dolu fotoğraflarını göz bebeklerinde taşıyanlar ne yapılırsa yapılsın kültüründen uzak tutulamazlardı. Devlet bu politikasıyla sınıfta kalmıştı ama vazgeçmek olmazdı. Hesaplaşılan ile yeniden hesaplaşmak için yeni hamleler gerekiyordu ve devlet artık farkındaydı, bunu kan dökmeden yapmak mubah olanıydı.

‘BLOK HAVUZLAR’DAN BARAJLAR PROJESİ’NE

Bölgenin insansızlaştırılmasına dair politikalar aslında sadece 50 yıl öncesine ya da günümüze dair değildi. Köklerini Osmanlı İmparatorluğu döneminden alan
bir sürgün politikasıydı söz konusu olan. 1896 yılında Anadolu Umum Müfettişi Müşir Şakir ile 4. Ordu Müfettişi Zeki Paşa’nın hazırladıkları Dersim Raporu’nda 27 maddelik bir ‘Islah Programı’ oluşturulmuştu. Bu program dâhilinde bölgeye ‘blok havuzlar’ yapılması önerilmiş, bu blok havuzlar sayesinde aşiretlerin yerleştikleri bölgelerden başka yerlere göç edecekleri düşünülmüştü. Hesaplar tutmadı ve bir başka ‘bahar’a kaldı. Bu kez 1930’lu yıllarda Mareşal Fevzi Çakmak’ın raporlarına yine aynı ‘blok havuzlar’ fikri düşüyor ve bu havuzlar sayesinde Dersim’in insansızlaştırılacağı inancı sürüyordu. Ancak 1937 yılında başlayan olaylar ve ortaya çıkan kanlı resim bu havuzların yapılması planını gereksizleştirdi.

İnsanlarını değiştiremeyince coğrafyasını değiştirmek gereği hâsıl oldu kültürün ve yaşantının. Devlet bu kez daha önceleri bahsettiği ‘blok havuzlar’ fikrini ‘
enerji amaçlı barajlar’ adı ile modernize edip gündemimize servis edecekti. 8 adet baraj ve hidroelektrik santrali projesi adım adım sürdürülüyor. Şimdilik 2 baraj yapıldı ve kalan 6 tanesinin master planları hazırlandı. Bu projeler sonrasında Dersim’in haritası tümüyle değişecek. TMMOB tarafından hazırlanan rapora göre, bu barajlar yapılırsa Dersim’de iklim önemli ölçüde değişecek. Politik iklimin değişmezliğine karşılık fiziksel iklimin yerle yeksanı… Göçüp göçmemek artık zorunlu bir tercih halini alıyor çünkü tarımsal üretimi zaten düşmüş olan Dersim’de bu barajlar 84 köyü sular altında bırakacak ve tarımsal üretim ciddi oranda sekteye uğrayacak ama daha önemlisi bu 84 köyle birlikte önemli bir nüfus yerinden edilecek. İnsansızlaştırılma işte ‘yeniden’ böyle başlayacak. İlçeleriyle ilişkisi zaten son derece zayıf olan Tunceli’yi bu barajlar çevresindeki illerden de tecrit edecek.

Çevre ve Orman Bakanlığı’nca 2006 yılında hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu’nda Munzur Vadisi Milli Parkı’nın devamlılığı için bu bölgeye baraj yapılmaması gerektiği, barajların milli parka verilebilecek en büyük zarar olacağı söylenmesine rağmen barajlar projesi inatla sürdürülüyor. Havuzlar, bloklar, duvarlar yüzyılların içinden tekrar çıkıp karşımıza dikiliyor.

Soruyorum(z):
Hangi kentin merkezinde baraj var? Dersim’in bağrına saplanmış hançer misali konumlanmış Uzunçayır Barajı var. Üstelik doğduğumuz evler, salıncakta sallandığımız parklar ve akşamüstü Munzur’un serinliğiyle tatlanan çay bahçelerimiz suların ta dibine gömüldü bile…

DERSİM ADI GERİ VERİLSE BİLE...

Anılarımız sulara gömülürken yaklaşık 2 ay önce Meclis’te Tunceli’ye Dersim adının geri verilip verilmemesine dair bir tartışma başlatıldı. Olumlu bir gelişme olarak bu tartışma öncesinde Dersimspor adıyla bir futbol takımımız da kuruldu. Ancak Dersim adı sadece bir coğrafyaya karşılık gelmiyor, aynı zamanda bunca acıya rağmen kendini hâlâ var kılmaya devam eden bir kadim kültürü ifade ediyor.

Devlet, Barajlar Projesi’nden vazgeçmelidir. Barajlar gelir geçer, 50 yıllık ömürlerinden geriye bir bataklık kalır. Oysa insanıyla, bölgesiyle, kültürüyle, doğasıyla ve geçmişiyle Dersim etrafına yapılması planlanan o barajlarla değil, coğrafyasını değiştirmeye çalışanlara inat ‘
Dersim dört dağ içinde’ türküsü ile hep var olacaktır.

(*) Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi
ceyo.0062@gmail.com

MUNZUR VADİSİ VE TOPLUMSAL UMURSAMAZLIK

-Birgün'de yayımlanmıştır-


17 Ağustos 2009 günü geri dönülmesi çok güç bir hatanın ilk adımı atıldı; Munzur Vadisi üzerine yapılması planlanan 7 adet baraj ve HES (Hidroelektrik Santral) projesinin ilk halkası olan Uzunçayır Barajı’nda su tutulması işlemine başlandı. Barajın inşa sürecinden şu ana kadarki zaman diliminde, toplumsal bilinç yerini toplumsal sükûnete bıraktı ve neticesinde kimsenin ummadığı ve gerçekleştiği halde tepkisiz kaldığımız doğa katliamı başladı. Bütün süreç Munzur Vadisi Milli Parkı üzerinde gerçekleştirilmesi planlanan projelere yoğunlaşınca, elbette Uzunçayır Barajı gündemimizde yeteri kadar yer işgal edemedi. Öyle ki, artık rahat bir biçimde “baraj” kavramını gündelik yaşam dahilinde telaffuz eder hale geldik. Ama bu süreç bu kadar kolay olmadı. Gelin barajın inşa edilmeye başlandığı o güne gidelim. 1996 yılı ve dönemin başbakanı Tansu Çiller Tunceli’ye bir ziyaret düzenliyor. Ziyaretin temel amacı Uzunçayır Barajı’nın açılışını yapmak. Tunceli’de belki de hiçbir başbakana gösterilmemiş bir sevgi seline mazhar oluyor Tansu Çiller. İnsanlar barajı ve Tansu Çiller’i büyük bir sevinçle basıyorlar bağırlarına.


EVLERİN ÇEVRESİNDEKİ YILANLAR

“Tunceli'de Uzunçayır Barajı ve Ovacık Mercan Vadisi’ndeki hidroelektrik santralı yapımı devam etmekte olup, bu baraj ve santralın yapılması Tunceli insanını sevindirmiş ve bu projelerin bir an evvel tamamlanması için de, her Tuncelili, üzerine düşen görevi seve seve yapmıştır. Ülkemizin tabiat güzelliklerine, doğal ve zengin doğa varlıklarına sıkı sıkı sahiplenilerek üretime dönük daha nice barajların yapılması, her Tuncelili yurttaşın içten dileğidir, ülkesine olan bağlılığıdır, sevgisidir.”

Yukarıdaki konuşma 26 Haziran 2003 günü TBMM’de Tunceli milletvekilliği yapmış olan Hasan Güyüldar tarafından yapılıyor. Konuşmasının devamında Munzur Vadisi üzerine uygulanmak istenen baraj ve HES projelerinin yöre halkı tarafından benimsenmediğini ifade etse de Uzunçayır Barajı’na dair söyledikleri tam anlamıyla bulunduğumuz durumu işaret ediyor. Tepki göstermediğimiz, sessizce seyrettiğimiz Uzunçayır Barajı’ndan çevreye sirayet eden zararın boyutları kendini gösterir gibi olunca insanlar ne büyük bir hatanın peşinden gittiklerini geç de olsa fark ettiler. Evleri sular altında kalanlar durumdan pek şikâyetçi olmasa da baraj civarındaki ev sahipleri şu günlerde evlerinin çevrelerinde sürekli yılanlara denk geliyor. Ayrıca kentte atık su arıtma tesisi bulunmadığından 9 noktadan baraja akacak olan kanalizasyonun burada birikeceği ve dolayısıyla hastalanma oranlarında artış olacağı söyleniyor. Nem oranındaki artış sonucu iklim dengesinin bozulacağı ve ekosistem tahribatının söz konusu olacağı da ekleniyor.


Uzunçayır Barajı dışında yapılması planlanan diğer barajların etkileri daha ağır sonuçlar doğuracaktır. Zira Munzur Vadisi Milli Parkı Türkiye’nin ilk ve en büyük milli parklarından olup birçok açıdan korunması gerekli bir vadidir. Munzur Vadisi Milli Parkı, Yaban Hayatı Koruma Sahası ve Bitkisel Çeşitlilik Merkezidir. Munzur Vadisi Milli Parkı’nda flora olarak; 79 familyaya ait 284 cins ve 477 tür ve tür altı takson(*) tespit edilmiştir. Barındırdığı bitki türlerinden 55’inin endemik olduğu bilinmektedir. Munzur Vadisi, 228 endemik bitki taksonu olan, 141 (120’si endemik) taksonun ise tehlike altında olduğu, toplam 1500 kadar çeşitli bitki örtüsüne sahiptir. Küresel ölçekte tehlike altında olan tür sayısı 12, Avrupa ölçeğinde tehlike altındaki tür sayısı ise 109’dur. 1971 yılında ilan edilen Munzur Vadisi Milli Parkı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ilk milli parkıdır.


NELER OLACAK...

Tümü enerji amaçlı olan barajlar ve HES'ler tamamlandığında toplam 384,5 Mw güçle yılda 1571 Gwh enerji üretilecek, ekonomiye yıllık 80 milyon dolar katkı sağlayacaktır. Bu değer, Türkiye toplam enerji üretiminin yüzde 1,2’sidir. Atatürk, Karakaya ve Keban barajlarının kapasitelerinin 4’te 1’i kadarı ile çalıştıkları düşünüldüğünde Munzur Vadisi’nde baraj yapmak fikrinin yerinde bir fikir olmadığı ortaya çıkıyor. Üstelik bu milli park üzerine inşa edilmek istenen 6 adet baraj ve HES aşağıdaki sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir:


»Bölgenin baraj suları ile gölleşmesi bölgenin iklimini değiştirecek, kar yağışı azalacak. Bu durum, kaynak sularının azalmasına ve bazılarının tamamen kurumasına, belli bir süre sonra Munzur gözelerinin de yok olmasına neden olacaktır. Vadideki barajların, diğer nehirler üzerinde kurulan barajların aksine, su kaynağına yakın bir mesafede olması, gözeleri doğrudan etkilenmesine neden olacaktır.


»Barajların ömürlerini 30-40 yıl içinde doldurması nedeniyle Munzur Vadisi bataklık alanlara dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.


»Binlerce dönüm ormanlık alan gerek baraj inşaatlarındaki çalışma, gerekse sular altında kalacak olması nedeniyle yok olacaktır.


»Tunceli-Ovacık karayolu sular altında kalacaktır. Yeni yapılacak yol Hozat ilçesi üzerinden düşünülmüştür. Bu şekilde Ovacık ilçesi ile Tunceli kent merkezi arasındaki bağlantı kopacaktır ki Tunceli kent merkezinin bazı ilçeleriyle ilişkileri zaten kopuktur.


»60'tan fazla köy sular altında kalacak ve toplam 84 köy zorunlu olarak göç edecektir.


»Munzur’un dünyaca ünlü alabalığı, yapısı itibari ile baraj sularında yaşama imkânı olmadığı için tamamen yok olacaktır.


»Mercan Hidroelektrik Santralı ile Konaktepe II Hidroelektrik Santralı için sular borularla taşınacağından, sular nehir yatağından hemen hemen tümüyle çekilecektir.


»Vadi baraj sularına boğulacak, Konaktepe I ile Konaktepe II arasında kalan 15 km lik bir alanda Munzur suyu tünellerle taşınacağı için, bu mesafe boyunca hiç su akışı olmayacaktır. Bu kısım tamamen kuru yatak haline dönüşecektir.


»Arkeolojik araştırmalar yapılmamasından ötürü yörenin arkeolojik açıdan önemi irdelenmemiştir.


»Barajlar arıcılık ve turizmi olumsuz etkileyecektir. İklimin değişmesi arıcılığın sona ermesine neden olacaktır.


»1. derece deprem kuşağında yer alan Munzur Vadisi’nde baraj yapılmasının tehlikeleri açıktır.


»Boşaltılacak olan 84 köy ile birlikte tarımsal üretim önemli oranda sekteye uğrayacaktır.


»Devlet destekli köylere geri dönüş projesi yine devlet destekli barajlar dolayısıyla ayakları yere basmayan bir proje olacaktır.


»Yöre halkının inanç sistematiğinde önemli yer tutan bazı ziyaretler sular altında kalacaktır.


YABAN HAYATINA EN BÜYÜK ZARAR


Çevre ve Orman Bakanlığı’nca Munzur Vadisi’nde yapılmakta olan barajlara dair Mayıs 2006 yılında yayımlanan ÇED Raporu’nda, Genel Müdür Prof. Dr. M. Kemal Yalçınkılıç imzalı raporun 8 sayfalık bilgilendirme yazısının son sayfasında Munzur Vadisi’ne dair söylenenlerle bitirelim:


"Milli parkın devamlılığı Türkiye Yaban Hayatı’na yapılabilecek en büyük katkılardan biri, tersi bir durum ise Türkiye Yaban Hayatı’na verilebilecek en büyük zararlardan biri olacaktır."

(*) Takson: Belli bir kategoriye dahil edilebilecek kadar farklı olan ve ayrı bir isim verilmeye hak kazanmış herhangi bir seviyedeki gruba verilen addır.

KAYNAKÇA
• ÖZHATAY Neriman, Andrew BYFİELD, Sema ATAY, Türkiye’nin Önemli Bitki Alanları
• Çevre ve Orman Bakanlığı Mayıs 2006 Çevresel Etki ve Değerlendirme Raporu
• Doç. Dr. Mikdat KADIOĞLU, (TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası Marmara Bölge Temsilcisi),
Munzur Proje Bölgesinde Olası İklim Değişimleri


http://www.birgun.net/city_index.php?news_code=1252059877&year=2009&month=09&day=04