Kimseye Etmem Şikayet...

Seyrine takılmak üzre beklediğim yelkenler, fora! Belki ucundan yöresinden size de değer anlatılanın tınısı...

14 Mart 2010 Pazar

DERSİM, ONUR ÖYMEN VE MUNZUR VADİSİ

-Birgün'de yayımlanmıştır.-

Munzur Vadisi’ne 8 baraj ve hidroelektrik santralı projesi adım adım sürdürülüyor. TMMOB’un raporuna göre, bu barajlar yapılırsa Dersim’de iklim önemli ölçüde değişecek. Politik iklimin değişmezliğine karşılık
fiziksel iklimin yerle yeksanı… Göçüp göçmemekse artık zorunlu bir tercih halini alıyor.

CEYHAN ÇILĞIN (*)

Çayan Demirel’in ‘38’ adını taşıyan belgesel filminde ‘
halk halka ağlasın’ diyor Dünya Ana, sessizlik duvarlarını birer birer yıkarak. Notasız kalmış sesiyle insafsızlığa, zalimliğe karşı haykırıyor… Hâlâ yaşıyorsa Dünya Ana ve olan biteni duyuyorsa içine bir parça da olsa su serpilmiştir muhtemel, zira ‘halk halka ağlamasını’ öğreniyor.

Türkiye bugünlerde çatırtılara, sarsıntılara, duvara çarpmalara rağmen tarihinin yok saydığı, hiçleştirdiği yüzüyle bir hesaplaşma içine giriyor. Ne büyük ironidir ki bunda
Onur Öymen’in Meclis kürsüsünden sarf ettiği o talihsiz cümleler büyük rol oynuyor. Sayesinde kendisinin, ardıllarının ve öncüllerinin ‘Dersim İsyanı’ olarak nitelendirdiği ve aslında bu coğrafyada daha çok Dersim Katliamı olarak bilinen, Cumhuriyet tarihinin eşi benzeri görülmemiş bir toplu öldürme ve sürgün olayları silsilesi tartışılmaya başlanıyor. Ezber bozuluyor ve bilinmeyenler bilinir hale geliyor. O bilinmezlerden biri de dönemin Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in ses kaydı idi. Çağlayangil ‘1937-1938 Dersim Harekâtı’ sırasında yapılanları anlatıyordu. Duyduklarımız tüylerimizi ürpertiyor:

“Neticeyi söylüyorum... Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden… Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.”

‘ÖLÜ CANLAR’IN GERİDE BIRAKTIKLARI

Devletin çeşitli kademelerinde görev almış ve son olarak Dışişleri Bakanlığı yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil ‘Dersim böyle bitti’ dese de Dersim meselesi böyle bitmemişti. Öyle ya, ölülerin ya da ‘Ölü Canlar’ın geride bıraktıkları da vardı. ‘Onları da yok edelim’ bahsi geçti mi aralarında bilinmez ama o zaman için bu kadarını göze alamazlardı. Zira ‘anlı, şanlı Genç Cumhuriyet’ ‘kanlı, zanlı’ anılmak yerine başka yollar bulmalıydı. Kanlara, canlara geçmişleri unutturulmalıydı. Hem de bir daha hiç hatırlamamacasına... O halde geride kalanları Mareşal Fevzi Çakmak’ın da reva gördüğü üzere ‘Türkleştirmek’ gerekiyordu. Bunun için bir çözüm ortaya sürüldü: Zorunlu göç…

Sonrasını
Cemal Süreya anlatsın, çocukluğunun gayya kuyusunu bambaşka bir şekilde anımsatarak hepimize;

“Bir yük vagonunda açtım gözlerimi. Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu…”

Ve artık ‘Türkleşmek’ vaktiydi… Bu politikanın mekâna tercümesi şu idi: ‘
insansızlaştırılmış bölge oluşturmak’. Dersimliler için ise hayatın, geçmişin insansızlaşması... Yıllarca geri dönemediler topraklarına ve fakat yasaklar kalkınca başlayan geri dönüşler ile anlaşıldı ki bu işi tek başına sürgün politikalarıyla halletmek mümkün değildi. Üstelik geçmişin kanla dolu fotoğraflarını göz bebeklerinde taşıyanlar ne yapılırsa yapılsın kültüründen uzak tutulamazlardı. Devlet bu politikasıyla sınıfta kalmıştı ama vazgeçmek olmazdı. Hesaplaşılan ile yeniden hesaplaşmak için yeni hamleler gerekiyordu ve devlet artık farkındaydı, bunu kan dökmeden yapmak mubah olanıydı.

‘BLOK HAVUZLAR’DAN BARAJLAR PROJESİ’NE

Bölgenin insansızlaştırılmasına dair politikalar aslında sadece 50 yıl öncesine ya da günümüze dair değildi. Köklerini Osmanlı İmparatorluğu döneminden alan
bir sürgün politikasıydı söz konusu olan. 1896 yılında Anadolu Umum Müfettişi Müşir Şakir ile 4. Ordu Müfettişi Zeki Paşa’nın hazırladıkları Dersim Raporu’nda 27 maddelik bir ‘Islah Programı’ oluşturulmuştu. Bu program dâhilinde bölgeye ‘blok havuzlar’ yapılması önerilmiş, bu blok havuzlar sayesinde aşiretlerin yerleştikleri bölgelerden başka yerlere göç edecekleri düşünülmüştü. Hesaplar tutmadı ve bir başka ‘bahar’a kaldı. Bu kez 1930’lu yıllarda Mareşal Fevzi Çakmak’ın raporlarına yine aynı ‘blok havuzlar’ fikri düşüyor ve bu havuzlar sayesinde Dersim’in insansızlaştırılacağı inancı sürüyordu. Ancak 1937 yılında başlayan olaylar ve ortaya çıkan kanlı resim bu havuzların yapılması planını gereksizleştirdi.

İnsanlarını değiştiremeyince coğrafyasını değiştirmek gereği hâsıl oldu kültürün ve yaşantının. Devlet bu kez daha önceleri bahsettiği ‘blok havuzlar’ fikrini ‘
enerji amaçlı barajlar’ adı ile modernize edip gündemimize servis edecekti. 8 adet baraj ve hidroelektrik santrali projesi adım adım sürdürülüyor. Şimdilik 2 baraj yapıldı ve kalan 6 tanesinin master planları hazırlandı. Bu projeler sonrasında Dersim’in haritası tümüyle değişecek. TMMOB tarafından hazırlanan rapora göre, bu barajlar yapılırsa Dersim’de iklim önemli ölçüde değişecek. Politik iklimin değişmezliğine karşılık fiziksel iklimin yerle yeksanı… Göçüp göçmemek artık zorunlu bir tercih halini alıyor çünkü tarımsal üretimi zaten düşmüş olan Dersim’de bu barajlar 84 köyü sular altında bırakacak ve tarımsal üretim ciddi oranda sekteye uğrayacak ama daha önemlisi bu 84 köyle birlikte önemli bir nüfus yerinden edilecek. İnsansızlaştırılma işte ‘yeniden’ böyle başlayacak. İlçeleriyle ilişkisi zaten son derece zayıf olan Tunceli’yi bu barajlar çevresindeki illerden de tecrit edecek.

Çevre ve Orman Bakanlığı’nca 2006 yılında hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu’nda Munzur Vadisi Milli Parkı’nın devamlılığı için bu bölgeye baraj yapılmaması gerektiği, barajların milli parka verilebilecek en büyük zarar olacağı söylenmesine rağmen barajlar projesi inatla sürdürülüyor. Havuzlar, bloklar, duvarlar yüzyılların içinden tekrar çıkıp karşımıza dikiliyor.

Soruyorum(z):
Hangi kentin merkezinde baraj var? Dersim’in bağrına saplanmış hançer misali konumlanmış Uzunçayır Barajı var. Üstelik doğduğumuz evler, salıncakta sallandığımız parklar ve akşamüstü Munzur’un serinliğiyle tatlanan çay bahçelerimiz suların ta dibine gömüldü bile…

DERSİM ADI GERİ VERİLSE BİLE...

Anılarımız sulara gömülürken yaklaşık 2 ay önce Meclis’te Tunceli’ye Dersim adının geri verilip verilmemesine dair bir tartışma başlatıldı. Olumlu bir gelişme olarak bu tartışma öncesinde Dersimspor adıyla bir futbol takımımız da kuruldu. Ancak Dersim adı sadece bir coğrafyaya karşılık gelmiyor, aynı zamanda bunca acıya rağmen kendini hâlâ var kılmaya devam eden bir kadim kültürü ifade ediyor.

Devlet, Barajlar Projesi’nden vazgeçmelidir. Barajlar gelir geçer, 50 yıllık ömürlerinden geriye bir bataklık kalır. Oysa insanıyla, bölgesiyle, kültürüyle, doğasıyla ve geçmişiyle Dersim etrafına yapılması planlanan o barajlarla değil, coğrafyasını değiştirmeye çalışanlara inat ‘
Dersim dört dağ içinde’ türküsü ile hep var olacaktır.

(*) Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi
ceyo.0062@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder